İnceleme: “Esa Holopainen- Silver Lake by Esa Holopainen”
14 Haziran 2021İnceleme: “Tears – Winds of Dreamland”
30 Haziran 2021Bugün, yayınlanana kadar heyecanla beklediğim bir albümden bahsedeceğim. Albümü yeterince sindirene kadar yazıyı biraz ertelemek zorunda kaldım. Şimdi ve şu an, evet hazır hissediyorum…
Teknik ve jazz metal severlerin severek dinlediği Fransız prog death metal grubu Fractal Universe, beklenen The Impassable Horizon albümünü 25 Haziran itibariyle dinleyicilerine sundu. Yayınlanan ilk 2 tekli gerçekten umut vaat ediciydi ve başa sara sara dinlediğim şarkılar oldular. Ayrıca albümün yayınından önce grubun davulcusu Clement Denys ile yaptığımız röportaj da beni heyecanlandıran ayrı bir etkendi. Bunların üzerine, grubun ürettiği kompozisyon da bana çok hitap ettiği için albümün kötü olma ihtimali beni baya korkuttu desem yeridir.
The Impassable Horizon, “Autopoiesis parçası” ile kapılarını dinleyiciye açıyor. Yoğun blast beatler ile başlayan “Autopoiesis”, albümün ilk parçasında dinleyicisi gaza getirmek için iyi bir seçim olmuş. Clean vokaller ile iyi bir melodi yakalanmış. En çok ilgimi çeken şey ise, özellikle gitar sololarında kendini gösteren Cynic etkileşimi oldu. Clean vokaller ve Masvidalvari gitar solosunun uyumu bir Cynic sever olarak beni benden aldı.
“A Clockwork Expectation” ilk şarkıya göre çok daha agresif ve çok daha melodik. Bu şarkı tekli olarak yayınladığı günden beri deli gibi dinledim sanırım. Harsh vokaller insanı gerecek kadar karanlıkken, clean vokaller aksine çok narin. Böyle minik bir senfoni bir havası da var. Bunların yanında nakarat çok akılda kalıcı. Her şey zaten mükemmel giderken bir de en sevdiğim enstrüman araya giriyor. O saksafon solosundan sonra şarkıyı başa sarmaktan başka ihtimal kalmıyor. Her duyguyu birlikte yaşatan şarkıları cidden seviyorum ve Fractal Universe de bunu iyi başarıyor.
“Interfering Spherical Scenes” bas yürüyüşleri ve kompleks ritimleri ile dikkat çekiyor. Söylemeden geçemeyeceğim, başlangıcının Eye of the Tiger’a benzemesiyle de dikkat çekiyor bence. Albümde bir sıralama yapacak olsam muhtemelen bu şarkıyı üstlere koymazdım. Enstrüman ve vokal birbirini tamamlamıyormuş gibi geldi bana. Sırada tiyatral bir havaya sahip olan “Symmetrical Masquerade” var. Burada da bas’ın yoğun kullanıldığı duyuluyor. Şarkının tam ortasındaki bas ve gitar çok derin bir atmosfer sağlıyor. Bence “Symmetrical Masquerade” kesinlikle albümün güçlü şarkılarından biri.
Albümün agresif partına dahil olan bir diğer parça da “Falls of the Earth”. Şu ana kadarki şarkılar arasında vokale en çok yüklenilmiş olan parçalardan biri buydu fakat genel itibariyle beni çekmedi. Davulların bu şarkıyı uçurumun kenarından aldığını düşünüyorum.
Kafanızı hareket ettirmeden duramayacağınız bir şarkıya geldik. “Withering Snowdrops” parçasının her kısmının dolu dolu olduğunu söyleyebilirim. Albümün geneline göre biraz farklı bir havası var. Şarkı bitene kadar sevip sevmediğimden emin değildim fakat saksafon solosu girdiğinde yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Çok gaz ve insana enerji depolayan bir parça olmuş.
“Black Sails of Melancholy” ise aynı adı gibi… Hüzünlü ve dalıp götüren bir saksafon solosu ile başlayan şarkı gittikçe yükseliyor. Vince bu merete üflemeyi çok iyi beceriyor harbiden. “Black Sails of Melancholy” kuşkusuz bu albümdeki favori parçalarımdan biri. Melankolik arpejler ve vokaller cidden albümü başka bir yere taşıyor. Ayrıca diğer parçalarda pek duymadığım back vokali bu parçada daha net duyabiliyorum. Bu da şarkıya ayrı bir güzellik katmış
“Black Sails of Melancholy”nin çizdiği çizgi ile ikiye bölünen albüm bu kısımlarda progresif metal sound’una daha fazla ağırlık veriyor. “A Cosmological Arch” için neler desem bilemiyorum. Bir bütün olarak değerlendirdiğimde melodisi beni yakalamıyor fakat sırayla kendini gösteren bas solo, saksafon solo ve gitar solo şarkıyı bir yıldız gibi parlatıyor. Belli ki Fractal Universe her şarkısında farklı bir ögeye ağırlık vermeyi seçmiş. Dinlediklerimizin hiçbiri rastgele değil, albüm herkesi tatmin edecek şekilde düzenlenmiş.
“Epitaph” ise sürekli değişen riffler ile dolup taşıyor. Özellikle metalin içine daha naif partlar yerleştirme konusunda başarılı bir uyum yakalamışlar. Geçişler birbirine çok bağlı duyuluyor. Solo girdiğindeyse gözlerim parladı fakat çok kısa sürdü maalesef, şöyle uzayıp giden bir gitar solosu çok yakışırdı bu şarkıya.
8 dakikalık süresiyle albümün en uzun şarkısı olan “Godless Machinists”, ortaya karışık olsun diyenler için iyi bir seçim. Albümün hem melankolik yönünü hem de agresif yönünü taşıyor. Yani albümü 8 dakikaya sığdıralım demişler, olmuş. İstediğim uzun gitar solosuna burada biraz daha yaklaşmıştım fakat albüm bitti şimdi de, ne yapalım…
Son olarak da “Flashes of Potentialities” (Rhizomes of Insanity, 2019) parçasını akustik olarak yeniden yorumlayıp albümün sonuna ekleyerek çok hoş bir dokunuş yapmışlar. Orijinal parçada duyulan gitar solosu, burada saksafon solosuna dönüşmüş. Şarkı artık o şarkı değil, bambaşka bir hale gelmiş. Yakında Fractal Universe de “Akustik” diye bir albüm çıkarırsa şaşırmam.
The Impassable Horizon macerası burada sonlandı. Güzeldi vallahi. Özellikle de saksafonu kadroya tamamen dahil eden metal grubu sayılıdır. Birkaç şarkıda konuk olarak elbet duyuyoruz fakat daimi olarak bu sentezi yapan gruplar maalesef sınırlı. Fractal Universe de bu sayılı gruplardan biri olduğu için bende yeri ayrı. Umarım sonraki albüm için yıllarca beklemeyiz. Favorilerimi şöyle bırakıyorum, dinlemek isteyenlerinize önerim olsun: A Clockwork Expectation, Black Sails of Melancholy, A Cosmological Arch.
İyi dinlemeler!
Asuna Pehlivan