İnceleme: “VOLA – Witness”
20 Temmuz 2021İnceleme: “Altesia – Embryo”
20 Kasım 202127 Kasım’da Bilateral albümünün 10. yılı kapsamında ülkemizde izleyeceğimiz Leprous, “Aphelion” isimli yeni bir albüm yayınladı. 27 Ağustos 2021’de dinleyicilere sunulan “Aphelion”, Leprous’un janrlara sığmayan, etrafı keskin çizgilerle çizilemeyen bir grup olduğunu tekrar gösterdi. İlk albümünden itibaren evrimini tamamlayamayan grup karşımıza her seferinde bildiğimizden farklı şekilde çıkıyor. Hangi türde müzik dinliyor olduğunuz tıkladığınız albüme göre değişiklik gösteriyor. Belki elektronik, belki pop, belki de progresif rock/metal…
Grubun dinleyicilerinin çoğunun Türk olduğunu düşününce “Aphelion” burada da ses getirir diye düşündüm. İnsanlardan beklediğim kadar tepki görmesem de kendi içimde bu albümün çıkışını çok büyük yaşadım. Öncelikle Leprous’un sürekli kendini yenileyen bir grup olduğunu bilsem de Pitfalls gibi bir albümden sonra “Aphelion” bana eksik geldi. Einar Solberg’in benzersiz vokaline sahipken Aphelion’da vokal performanslarının bile öne çıkamayışı (eski albümlere kıyasla) hevesimi biraz kırdı.
“Castaway Angels”, “Running Low” ve “The Silent Revelation” zaten daha önce dinleyicilere tanıtılmıştı. “The Silent Revelation”, giriş riff’inden tutun yaylıların yarattığı atmosfere kadar Leprous’tan ve “Aphelion”dan beklediğim üretimin bir örneği diyebilirim. “Running Low” ise basit vuruşlarla başlarken, Solberg’in kendini göstermesiyle ateşlenmiş. Çelloda Raphael Weinroth-Browne’un, kemanda Chris Baum’un ve Norveçli brass (nefesli bakır çalgılar) grubu Blåsemafiaen’in katılımıyla senfonik bir merkez oluşturulduğu da söylenebilir. Ayrıca bazı noktalarda RHCP havası vermiş.
Ardından bir tık aşağı düşerek “Out of Here” ile karşılaşıyoruz. “Out of Here” ise synth ve vokal armonilerine sahip olan daha yavaş ve karanlık bir parça. Synth’in ana performansı ise bir sonraki şarkı olan “Silhoutte”de görülüyor. Çarpıcı riffler ve synthlerin ağırlıkta olduğu “Silhoutte” albümde en çok dinlediğim parça oldu. Albümün en kısa şarkısı olmasına rağmen en dikkat çekici ve gergin şarkılarından biri olduğunu düşünüyorum. Özellikle konserde dinlenirse baş döndürücü bir güzelliği olabilir.
“All the Moments”, yaylıların, piyanonun ve Einar’ın sakince harmanlanması ile bizi albümün genel hatlarından birkaç adım uzaklaştırıyor. Başlarında country türünde bir şarkının coverlanmış hali gibi hissettirse de yarısından sonra o hissi kaybettiriyor. “All the Moments”ın bize yüklediği iyimserlikten hemen sonra “Have You Ever?” kaygı veren synth ve basları ile duygularımızı karıştırıyor. Aynı zamanda “Below”da dikkat çeken doğu etkileşimli yaylı enstrüman kullanımını bu parçada da görüyoruz. Einar’ın kullandığı vokal tarzını sürekli değiştirmesi de bu şarkıda daha çok ilgimi çekti. Pitfalls’tan ve öncesinden alışkın olduğumuz “AAAAAAAğ”lamalarını ve tüyleri diken diken edecek güçte olan vokal oyunlarını artık pek kullanmıyor. Bunun yanı sıra, artan falsetto’ları ile “Aphelion”da zarif ve dokunaklı bir vokal noktası yakalamayı başarıyor.
“The Shadow Side” sahip olduğu dark-pop esintileri ile genel itibariyle çok vurucu bir parça olmamasına rağmen, Leprous ve benzeri gruplarda ender bulunan bir özelliği var. Leprous, “The Shadow Side”daki hikayesini bir gitar solosuyla süsleyerek tamamlıyor. Sanıyorum ki bu tarz grupları progresif rock-metal janrı altına sokmamıza rağmen daha çok pop sounduna ağırlık verdikleri için şarkılarında gitar soloları duymak bir hayli zorlaşıyor. Aslında yapsalar neler yapacaklar da…
İşte armonikler oluşturan ve kendi sınırlarını zorlayan saf bir güzellik… “Malina” etkilerini taşıyan ve albümün en uzun şarkısı olan “On Hold”, Leprous’tan beklenen kreşendo etkisini yaratmayı başarıyor. Şarkı, sözlerinde görebileceğiniz umutsuzluğa ve depresyona sizi de sürükleyebiliyor. Yeterli etkiye ulaşabilmek için sizin de sözlerle bütünleşmenizi ve gözlerinizi kapatarak Einar’la birlikte yükselmenizi öneririm.
Leprous’un “progcu köklerimizi satmadık ulan” diyebilmek için albüm sonuna sıkıştırdığı ve eski Leprous severleri baya tatmin edebilecek bir parçayla albüm kapanıyor. Aslında “Nighttime Disguise”, hayranların stüdyoda sanal olarak gruba katıldıkları ve bir şarkı yazmak için farklı parametreler için oy verebildikleri (tempo, enstrümanlar, vokal stilleri, sözler vb) bir deney şarkı ve eski tarzlarına daha yakın oluşu da muhtemelen bu sebepten. Fazlasıyla epik ve nefes kesen bir kapanış şarkısı olduğu aşikar. Einar’ın beklenmedik bir anda bizi karşılayan Ihsahn-vari growl vokalleri, muhteşem bir dokunuş yaparak albümü olabilecek en iyi şekilde sonlandırmış. Ihsahn yeniştesi eminim onunla gurur duymuştur…
Ve en sonunda eski Leprous hayranlarını da sevindirecek 2-3 şarkı barındırmasına rağmen daha çok yeni keşiflerle dolu bir albüm kalıyor elimizde. Bu değişimin ve gelişimin iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar vermek ise çok öznel bir süreç. Ama söylemek isterim ki, Einar’ın sesini sevebilen herkesin kulağına hitap edecek bir şeyler var albümde. Baştan sona dinlemeye üşenenler ve tadımlık bi kuple denemek isteyenler için “Silhoutte”, “On Hold” ve “Nighttime Disguise” naçizane önerimdir. İyi dinlemeler!
Asuna Pehlivan