İnceleme: “Sweven – The Eternal Resonance”
26 Mart 2021Röportaj: James Dorton (BLACK CROWN INITIATE)
6 Nisan 2021“Doom Over Istanbul” kapsamında ülkemizde izleme şansını yakalayacağımız DOOL, son günlerde sıklıkla dinlediğim gruplardan biri haline geldi. Ben de konserlere gitmeye başladığımız günlerin hayali ile yanıp tutuşurken, bu zor süreci önümüzdeki konserlere hazırlanarak değerlendirmeye karar verdim.
2015 yılında Hollanda’da kurulan DOOL, gotik rock ve doom metal karışımı bir sounda sahip. 2020 yılında yayınladıkları “Summerland” albümü de COVID19 sürecine denk geldiği için albümü sahneleme fırsatları olamamış. Grup beni biraz şaşırttı, bu yüzden canlı performanslarına bakmak istemiştim fakat sadece klip bulabildim. Her şeyi en net şekliyle ancak konserde görebileceğim sanırım.
Sanıyorum ki Dool kadın vokalli olması ile ilgi çeken bir gruplardan biri. Bu tarz müzik üreten gruplar arasında kadın vokale pek rastlamıyoruz çünkü. Elimizde olanlarda da kadınları ana vokal yerine back vokallerde ve daha feminen versiyonlarda duyuyoruz. Dool’un beni şaşırtan kısmı da tam olarak burası oldu. Vokalde Ryanne van Dorst (sahne adıyla Elle Bandita) isimli bir hanımefendi var. Fakat albümdeki tüm şarkıları onun söylediğini ancak 4. dinleyişimde anlayabildim. Ben sanıyordum ki bu grupta da kadını sadece back vokallerde ya da birkaç şarkıda dinleyeceğim. Meğerse grubun olayı buymuş.
‘Sulphur & Starlight’ isimli açılış parçasının, bu albümdeki en akılda kalıcı ve ağza takılan nakarata sahip olduğu inkar edilemez. Ayrıca nakaratta çok yoğun bir Ghost havası seziliyor. Bunun dışında söylemek istediğim bir şey daha var. Şarkıyı her dinleyişimde erkek vokal duyduğuma yemin edebilirim arkadaşlar. İkinci bir Michelle Gurevich vakası yaşattı bu kadın bana.
Albümün ikinci parçası olan ‘Wolf Moon’, ilk şarkı kadar olmasa da nakaratıyla hafızaya tutunmayı başarabiliyor. İlk şarkının dinamikliğinden sonra ‘Wolf Moon’ bir tık daha karanlık olarak nitelendirilebilir. Arkada ise sürekli olarak dönmeye devam eden melodik bir riff var. Şarkıya o gotik ve karanlık ruhu katan şey de o riffin sürekli tekrar ediyor olması bence.
Doğu-batı sentezi içeren albümleri size önermezsem ölürmüşüm. ‘God Particle’, bağlama ve tef ile açılıyor. Bağlama kısmının biraz daha uzun olmasını ya da şarkının içinde tekrar kullanılmasını isterdim. Tadı damağımda kaldı açıkçası. Şarkının genel havasına da, introsuna da bayıldım ben. Bir de post-punk ve doom metal arasında gidip gelen bir atmosferin hakim olduğunu söylemek istiyorum. Diğer şarkılarda çok fazla duyulmasa da bu şarkı post-punk ruhunu baya hissettiriyor. Konserde bunu nasıl çalacaklarını çok merak ediyorum, tabii çalarlarsa.
Albümün adını taşıyan ‘Summerland’ 8 dakikalık bir şarkı. İlk yarısı tamamen karanlık ve atmosferik bir hizada ilerlerken, ikinci yarıda gitar kullanımı ile biraz modumuzu değiştiriyor. Diğer şarkıların aksine, bu ilk dinleyişte ağza takılanlardan değil. Şarkıyı tam olarak sevebilmek için üst üste birkaç kez dinlemek gerekiyor. ‘Summerland’, genel olarak minimalist bir kompozisyonu olmasına rağmen back vokal ve tef gibi eklemeler ile canlandırılmış. (Bu şarkıyı sevenlere Rose Kemp’e göz atmalarını öneriyorum.)
‘A Glass Forest’ her dinleyişimde ‘Mor ve Ötesi-Benim Küçük Sevgilim’i hatırlatıyor bana. Bir de vokallerde James Labrie (Dream Theater) benzerliği duyuyorum biraz. Bu şarkının, önceki 4 şarkıya göre daha ortalama altı kaldığını düşünüyorum. Vokalden de, enstrümanlardan da, duygudan da yakalayamadı beni.
‘The Well’s Run Dry’ parçasında başından sonuna kullanılan çift sesler ve gitar armonileri ilgi çekiyor. Aynı zamanda şarkının genel temasından biraz farklı ilerleyen, blues’a daha yakın bir solosu var. Sevdikleri her şeyi harmanlamışlar gibi görünüyor.
Albümün sona yaklaştıkça bir janr değişimine uğradığını söyleyebilirim. ‘Ode to the Future’, alternatif rock sayılabilecek ve neredeyse cover olduğu iddia edilebilecek kadar benzerlik içeren bir şarkı. Patti Smith’in Dancing Barefoot şarkısını illaki bir yerlerde duymuşsunuzdur. Bu iki şarkıyı karşılaştırdığınızda kesinlikle ne kadar benzediğini göreceksiniz. Şarkının kendisi hakkında fikir sunmak yerine şunu söyleyeceğim, etkilendiğimiz müzisyenleri yansıtmak ve benzerlikler olması gayet normal ve kaçınılmaz bir durum. Ama son şarkılara gelmişken albümün genel tavrından bu kadar uzaklaşılması benden eksi puan aldı.
‘Be Your Sins’ ile son ikiye gelmiş bulunmaktayız. Bu şarkı ile yine albüm içi janr ve mod değişiyor. Ayrıca ‘God Particle’da duyduğumuz konuk enstrümandan sonra, burada da konuk olarak klavye solosu duyuyoruz. Şarkının boşluklarını klavye ile tamamlamış olduklarını düşünüyorum. Ben çok yakıştırdım. (Eser miktarda Muse içerebilir.)
Albüme melankolik bir parça ile veda ediyoruz. 8 dakikalık bir kapanış parçası olan ‘Dust & Shadow’, bazen keman ve synth kullanımı ile masalda hissettirirken, bazen gözünüzü kapatıp hüzünlü hayaller kurmanızı sağlıyor. Tam bir gece şarkısı. İkinci yarıdaki keman ve ardından giren gitar hassas kalpler için ağır olabilir.
2020’ye damga vuran bir albüm olduğunu söyleyemem ama kendiniz de fark edeceksiniz ki, şarkılar sürekli ağza takıldığı için ister istemez açıp birkaç kez daha dinliyorsunuz. Dool, size daha önce duymadığınız bir şey vaat etmiyor. Ama bunun yanında da dinlemesi gerçekten çok keyifli. Özellikle de önünüzde canlı dinleme fırsatı varken bir şans vermenizi öneririm. Başlangıç için ‘Sulphur & Starlight’ ve ‘Dust & Shadow’ parçalarına göz atabilirsiniz.