İnceleme: “Serpent of Old – Ensemble Under The Dark Sun”
28 Kasım 2023İnceleme: “Code Orange – The Above”
7 Ocak 2024Ülkemizdeki metal müziğin hem müzik hem de edebi anlamda daha gelişmiş olduğu dönemde kurulan, underground kültüre fazlasıyla hakim bir “black metal” grubunun vokali ile röportaj yaptım. Episode 13 benim çok çok eski tarihten beri listelerimde yer alan bir grup değildi. Ancak Eskişehir’de yaşamamın etkisiyle birlikte hayatıma giren bir ekip oldu. Ben de okumak isteyeceğinizi düşündüğüm aşağıdaki muhabbet uğruna kalkıp Kadıköy’e gittim, Ozan Akyol ile denkleştim. Yapabiliyorsanız açın bir albüm, en pisinden, sonra da gelin okuyun. Şahsen röportaj anında benim kafamda bol karlı, çok çamurlu albümler döndü durdu…
Ayrıca Episode 13, Türkiye’deki metal müziğin diğer emekçi grupları Cenotaph, Thrashfire, Helak ve Maledictory ile birlikte yarın, yani 2 Aralık Cumartesi akşamı Kadıköy The Wall Saloon’da Kanadalı grup Cryptopsy’den önce sahne alacak.
Herkesin hemen hemen her röportajda sorduğu o klasik soruyla başlamak istiyorum, Episode 13 için black metal yapmalarında esin kaynağı ne oldu? Albümler için stüdyoya girdiğinizde referans alınan bir sound veya bir grup oldu mu?
Ozan Akyol: Ben de o zaman her röportajda cevap verildiği gibi, klasik şekilde bu soruna karşılık vereyim. Black metal yapmaya başlamamızdaki esin kaynağının genel olarak sevdiğimiz ve dinlediğimiz gruplar olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim. Özellikle Norveçli black metal grupları bizler daha ergenken bizim müzikal zevkimize yön verdi ve geliştirdi. Duyduğumuzda şok olduğumuz gruplar oldu, çok sevdik. Mayhem, Dark Throne, Satyricon, Emperor, Dimmu Borgir gibi. Aslında o zaman sahip olduğumuz kaynaklar kısıtlı olsa da yine de belirli bir tarzı eni konu öğrenme şansı tanıyordu. Fanzinler, dergiler ve arkadaş tavsiyeleri bizi bu bataklığa itti diyebilirim.
Türkiyede mainstream olmayan müzisyenler ve gruplar, bunu sadece metal müzik özelinde söylemiyorum, tür farketmeksizin, bir şekilde hep bazı faktörlerin etkisi altında kaldı. Seneler boyu yaptıkları müziği sürdürürken bile bu gibi ellerinde olmayan sebeplerin olumsuz etkisinde kalacaklarını bildikleri halde devam ettiler. Underground olmanın eksilerinin yanı sıra siz ya da diğer gruplar için bunun olumlu yanlarını söyleyebilir misin?
Ozan Akyol: Demek istediğiniz sanırım bunun bir şekilde profesyonelleşememesi ve yine bir şekilde maddi getirisinin olmaması. Bu durum böyle bir düzlem yaratınca gruplar, organizatörler ve bu işin medya kısmında olan insanlar bir yerden sonra bunu istemeyerek de olsa vazgeçilebilir buluyor. Biz de bunun çok fazla sıkıntısını çektik. Kim bilir daha farklı ve iyi şartlar altında yaşasaydık 20 yılda bölük pörçük yapacağımız pek çok şeyi belki 7-8 yılda devamlılıkla yapacaktık ve şu an olduğumuz yerden çok daha ileride olacaktık. Bu ne yazık ki böyle. İnsanlar bir yerden sonra hayatları için mücadele etmeyi ön plana almak zorundalar, buna hayatta kalma içgüdüsü de diyebiliriz. Biz de Bir yerden sonra meslek, kariyer ya da sosyal hayatlarımızdaki değişikliklere daha da önem vermek zorunda kaldık. Ama eğer o köz, kıvılcım hala daha orada duruyorsa bunu da harlamak büyük bir istek gerektiriyor. Underground olmanın eksilerini de bu işin içinde olan herkes fark ediyordur. Bu işte düzenli bir gelir yok. Fakat bunun da olumlu yanı şu; hiçbir zaman herhangi bir ticari trendin/akımın sizi yönlendirmesine, değiştirmesine izin vermiyorsunuz. Metal müzik özelinde ise en büyük kazanım, belirli ilhamlarla ilerleyen bir hayatın bir yerden sonra kendini tanıyabilen ve tanımlayabilen bir kişiliğe dönüşmesi bana göre. Benim şu anda yeni bir albüm yapmam için “burası böyle olsun, şurası şöyle olsun” diyen birine ihtiyacım yok, kaldı ki olsa da “kardeşim sen kendi işine bak, ben müziğimi yapıyorum” .diyebiliyorum. Underground olmanın en iyi yanlarından biri bu galiba, kendi kaderini tayin edebilmek her anlamda…
Az önce bu sıkıntılardan bahsettik fakat dinleyici tarafına tekrar baktığımızda ise dinlenen kaynak olarak eskiye geri dönüş hızla devam ediyor. Metal müzik alanında da ülkemizde çok ciddi anlamda plak ve cd biriktiren de bir kesim var. Episode 13 bu anlamda günümüz şartlarında tekrardan fiziksel bir baskı yapmayı düşünüyor mu? Bunun dinleyici tarafındaki tüketiminin elbette ki maddi bir getirisi olacaktır fakat albüm dinleme ve plak toplama geleneği açısından böyle bir şey yapmak size nasıl hissettirir?
Ozan Akyol: Kesinlikle düşünüyoruz. Aslında biz son albümümüzü sadece dijital basmıştık, daha doğrusu Norveçli Misantrof Records ile olan anlaşmamız bu yöndeydi ama bir şekilde LP, plak da olsun istemiştik. O dönem şirketin içine girdiği maddi sıkıntılar ve organizasyondan kaynaklanan problemlerden dolayı iletişim kopmuştu. Biz de kendilerinden sağlıklı bir dönüş alamadık. Şu anda grup olarak geri döndük ama bunu “iki konser yapalım, bir tane de albüm yapalım kendimizi iyi hissederiz” demek için gerçekleştirmedik. Ciddi anlamda bütün albümlerimizi her yönden yeniden ele almaya başladık. Önceki 3 albümümüzün re mastering sürecine girmesi ve fiziksel üretime girmeleri açısından adımlar attık. Özellikle “Death Reclaims The Earth” ü fiziksel olarak görmek istiyorum. “Tabula Rasa” ve “Pitch Black” albümlerimizin cd olarak kopyaları mevcut ama “Death Reclaims The Earth”ü de bundan sonraki albümleri de fiziksel olarak piyasaya sunmak için labellar ile görüşüyoruz.
Daha önce bahsettin dolayısıyla bir kez daha label isimlerine değinmeyeyim dedim, fakat grup olarak yayınladığınız son albüm olan “Death Reclaims The Earth”’de Misantrof ANTIRecords ile çalıştınız. Bu albümün çıkış tarihi 2010. Ben de grubun adını ilk duyduğumda ve Episode 13’ün yaptığı black metali dinlediğimde her dinleyici gibi lirikal temayı da ele alarak irdeledim. Bu bağlamda gösterdiğiniz tavır ve karşıtlık sizi bağımsız bir grup olmaya itti mi?
Ozan Akyol: Bir önceki soruda da bahsettiğim gibi o dönemlerde Misantrof Records dağılma sürecine girmişti, bizim albümlerimizle birlikte 1-2 tane daha kayıt alıp sonrasında sanıyorum ki şirket faaliyetlerini sonlandırdılar. Yeni albüm için henüz anlaştığımız bir label yok çünkü biz labeldan önce bir şekilde kaydımızı istediğimiz gibi label baskısı olmadan yapmak istedik. Herhangi bir boyunduruk altına girmeden materyalimizi hazırlayıp sonrasında da düzgün şirketler bulup o doğrultuda ilerlemek istedik. Fakat hiçbir şey olmasa da biz bu tavrı devam ettirip kendimiz finanse ederek devam da edebiliriz kesinlikle. Tabii ki label önceliğimiz, bunun sebebi kataloglara girip türün iyi örnekleriyle birlikte aynı listelerde yer almak. Bunun dışında da yurtdışında tur yapabilmek adına iyi bir labelın gruplara çok fazla pozitif etkisi olduğunun farkındayız. Albümü öncelikle finalize edip ardından da elimizden geldiğince saldırmaya başlayacağımızı söyleyebilirim.
Sizi ilk tanıdığım andan röportaj isteğimi ilettiğim zamana kadar, haliyle sürekli olarak grupla ilgili araştırmalarda bulundum. Elimde çok fazla fiziksel kaynak olmadığı için internetten bilgiler edinmeye çalıştım ve dijital kanallar aracılığı ile albümleri dinledim. Farkettiğim şey ise bir kaynakta olan bir bilgiyi ya da albümü diğer bir kaynakta görememek ve bir tutarlılık elde edememek oldu. Hem grup üyeleri ile alakalı hem de bu zamana kadar yayınlanan parçalar/albümlerle alakalı. Sadistic Spell grubu ile birlikte çıkardığınız bir split, “Expected Damnation” adında bir demo ve “Tabula Rasa”, “Pitch Black” ve “Death Reclaims The Earth” albümleri, iki de single karşıma çıktı. Ekipte yer alan müzisyenler hakkında ve ortaya çıkardığınız işler hakkında güncel bir bilgilendirme yapabilir misin?
Ozan Akyol: Grubun erken dönemleri için, yani 2001’den 2009’lara kadar çok dağınık bir grup olduğumuzu belirtebilirim. Bunun da nedenleri arasında verimli insanlarla çalışamamak vardı. Örnek vermem gerekirse biz ilk albümümüzün çıkışını neredeyse iki yıl bekledik. 2003’ün Eylül ayında bitmiş bir albüm 2005’in Mayıs ayında çıktı. Eskişehirli firma DJ Club Records’tan çıktı albüm. Sonradan öğrendiğimiz üzere firmanın o dönem bünyesinde barındırdığı bir grubun firmaya verdiği telkinler patronajı nedeniyle böyle bir gecikme yaşadık. O dönemde menajerlik işlerimizi halledecek birileri de yoktu, biz de elimizden geldiği kadar forumlara, festivallere, dergilere kendimiz ulaşmaya çalışıyorduk. Haliyle bu da yorucu ve dağınık bir sistemdi o zamanlar bizim için. Ama şimdi geç de olsa tüm işlerimizi tek bir çatı altında toplamak istiyor ve müziğimizi ulaşılabilir hale getirmeye çalışıyoruz. Tüm eski albümlerimizin yanısıra Sagawa ve Corpus Vile adında iki ayrı single var. Bunların da şu anda tekrardan masteringleri yapılıyor. Güncel ekip ise şöyle; Ben vokaldeyim, Murat Şentürk gitarda, Çağlar Karataş bas gitar ve Onur Özçelik ise davulda. Onur’u Carnophage grubundan da tanıyorsunuzdur. Albüm bittikten sonra canlı performanslar için bir gitariste daha ihtiyacımız olduğunu farkettik. Şimdi Sermet Duruşan, eski bas gitaristimiz, ikinci gitarist olarak gruba dahil oldu. Yani aslında Episode’un her zaman bir arkadaş havuzu vardır ve kendi çöplüğümüzde ekibi var edip çalışmalarımızı gerçekleştiririz ama şu an için kemik kadro bu şekilde diyebilirim.
Grubun üyeleri farklı farklı şehirlerde yaşıyorlar çoğunlukla, ben de grubun kurulduğu şehirde yani Eskişehir’de yaşıyorum. Ülkenin bu bölgesinde, özellikle kurulduğunuz tarihlerde Ankara’nın metal müzikle olan münasebeti bu kadar gelişmişken, kendinizi diğer gruplardan ne şekilde ayırdınız?
Ozan Akyol: Grubu ilk kurduğumuz 2001 yılında üç tane Eskişehirli çocuktuk ama üniversiteyi kazandık ve ben İstanbul’a gittim, Murat ise Ankara ODTÜ’ye gitmek durumunda kaldı. Can’da Eskişehir’de hayatına devam etti. Dolayısıyla biz üç farklı şehirde yaşayanlar olarak grubu devam ettirdik. Çok uzun süre bu böyle devam etti, Murat Eskişehir’e döndü ama Can gruptan ayrıldı. Ara ara çok değerli session elemanlarımız da oldu. Death Reclaims the earth kadrosunda yer alan Serkan Zengin’in hem albüme hem de o dönem grubun turuna katkısı çok büyüktür. Sagawa ve Corpus Vile zamanı eski Dark Eden tayfası Mehmet, Ali Erdem, Hamed ve Baran gruba her anlamda müthiş destek verdiler, sağ olsunlar. Bahsettiğin gibi hiçbir zaman aynı anda aynı şehirde yaşayan bir ekip olamadık. Bu sefer şeytanın bacağını 20 yıl sonra ilk defa kırdık diyebilirim. Ben Eskişehir’e taşındım ve diğer herkes de orada. Her hafta stüdyo yapabilmek, çalarak ilerlemek ve bu sayede bir şeyler üretmek, ayda yılda bir prova almaktan veya sahneden sahneye görüşmekten çok daha iyi bir şey. Üretime fazlasıyla katkı sağlıyor. Bir yandan da şu çok doğru; Eskişehir tam İstanbul ve Ankara’nın ortasında bir şehir gibi fakat Ankara’ya yakınlığı kilometreden ziyade müzikal anlamda da daha fazla. Ben ortaokul ve lise hayatım boyunca okuldan her kaçtığımda günübirlik Ankara’ya giderim, oradan Hayri’ye, Karanfil Sokak’a giderim kasetler alır ve Eskişehir’e dönerim planları yaptım. Ankara çok etkili ve oradaki grupları bayılarak dinledim hayatım boyunca. Kesinlikle Ankara ile olan bağımızın İstanbul ile olandan daha organik olduğunu söyleyebilirim.
O dönemde ara verme sebebiniz ne oldu? Ülkemizde eski bir black metal grubu olduğunuzu biliyorum ve sizinle hemen hemen aynı dönemde gerçekten iyi parçalar ortaya koymuş başka black metal grupları da vardı. Kısaca bahsetmek gerekirse yine Eskişehir’de kurulmuş Black Omen, İstanbul’dan Pagan ve Moribund Oblivion gibi. Şu anda da gerçekten hem büyük bir kasvet hem de keyifle dinlediğim black metal ekipleri var. Geçmişte neydi, dinlediğin kadarıyla şu anda ne değişti?
Ozan Akyol: Ara verme sebebimiz aslında hepimizin hayatlarındaki önemli kırılma noktalarının bir şekilde üst üste gelmesi oldu. İnsanların gençlikten yetişkinliğe geçiş döneminde meslek, kariyer, evlilik gibi planları bazen bazı şeylerin önüne geçebiliyor. Belirttiğim gibi önceden de ayrı şehirlerde olmamız da bunu fazlasıyla tetikledi. Bir dönem hepimiz çok yoğun çalıştık kendi işlerimizde, bir yandan da her zaman bağlantımızı koruduk, hiçbir zaman ayrılık gibi bir şey ile karşılaşmadık ekip olarak. Hatta piyasaya bir ürün sunmasak da konserlerimizin devam ettiği zamanlar da oldu. 2016’dan beri yavaş yavaş çalmaya da başladık tekrardan. 2013 ve 2016 arasında gerçekten hiçbir şey yapmadan durduk. 2019’dan itibaren de artık tekrardan bir şeyler yapma fikrini ortaya attık Murat ile beraber. Dediğim gibi o dönemde bize hayat çarptı diyebilirim. Şu an ise herkesin önünü görebildiği bir düzleme girdik dolayısıyla yaptığımız müzik de tekrardan hortladı. Bir yerde duran şey kafesini yırtmayı bekliyordu ve bunu başardı. Evet, eskiden çok başarılı gruplar vardı, yeni gruplar da gayet iyi. Ben eskiden şöyleydi şimdi ise böyle gibi bir devrecilik yapmayı doğru bulmuyorum. Müzik güzelse her zaman ve her koşulda desteklenesi oluşumlar yaratıyor. Benim de çok sevdiğim güncel gruplar var. Özellikle İstanbul’dan, Kadıköy’den epey grup var takip ettiğim. İlgiyle soundlarını ve sahnelerini takip ediyorum ve birbirimize tekrardan karışabileceğimizi düşünüyorum.
Geçmiş demişken, corpse paint ile sizleri sahnede izleyenler oldu. Episode 13 tekrardan bu “ceset makyajı” na bürünecek mi? Black metalin en klasikleşmiş hamlesidir bu. Bu türe dair benimsediğiniz senin veya grubun diğer elemanlarının, sadece dış görünüş olarak değil, aynı zamanda düşünce biçimi olarak da sahiplendiğiniz şeyler oldu mu?
Ozan Akyol: Bu “corpse paint” durumu tamamen o dönem “öyle istiyorduk ve öyle yaptık” diyebileceğim bir konu. Canımız yine isterse yine yapabiliriz. Artık kendimize ait fikirlerin objektifliği ve olgunlaştığı bir yaştayız. Grup olarak tek isteğimiz iyi müzik üretmek ve bunu sahnede iyi bir şekilde icra edebilmek. Sanıyorum ki en iyi şahne şovu dış görünüşten de öte şarkıyı sahnede çok iyi şekilde çalabilmek. Geri kalanın aslında “makyaj” olduğunu farkediyorsun. Ama bunu da asla pejoratif bir anlamda söylemiyorum, makyaj da bazen gereklidir. Baktığımız zaman her grubun black metal ile ilgili kendine göre farklı fikirleri var. Kimisi lirikal temaları kimisi ise müzikal temaları fazla önemsiyor. Genel bir bütünlük içinde bakıldığında da biz Episode olarak her zaman o şablonun içinde kalmaya gayret ettik. Black metal üretirken bunun ideolojik taraflarını da göz ardı etmeden hep kendi müziğimizi oluşturduk. Tabii ki bizim fikrimiz orijinal olarak bize ait yani lirikal temalarda da söylemek istediğimiz buna benzesin ya da bu kalıbın dışına çıksın diye bir tutum ortaya koymuyoruz. İnsanın dahil olduğu her şeyin içinde yıkım var, kaos var, inanç var inançsızlık var, bilinç var, bilinçsizlik var. Onun için biz her zaman insan olmanın verdiği o karanlığın ve acziyetin yansıtılması gerektiği taraftarıyız. Bir akımın ya da bir ideolojinin taraftarı olmaktan ziyade, genel olarak yaşadığımız hayatı gözden geçirme üzerine kurulu bir bakış açımız var özellikle son albümde.
Tam olarak bu röportajı yaptığımız günden bir hafta önce yani 19 Kasım’da Eskişehir’de bir lansman konseri verdiniz. Yeni çıkacak olan albümün ismi “Life Terror”, bunu hem Eskişehir konser afişinde gördük hem de konsere katılanların da bileceği üzere orada da söyledin. Setlistte ilk birkaç şarkı yeni çıkacak o albümdendi, bizler dinleme şansına sahiptik fakat albüm çıkmadan önce net bir tarih ve albüm hakkında biraz daha bilgi edinebilir miyiz?
Ozan Akyol: Aslında o bir lansman konseri değildi çünkü albümü henüz dinleyicimize sunmadık. O sadece yeni albümümüzün ağırlıklı olduğu bir konserdi. Albüm çıkmadan önce sizlere net bir tarih veremiyorum çünkü hala mastering süreci içerisinde. Mastering bittikten sonra daha önce bahsettiğim gibi çalışmaktan mutluluk duyacağımız, albümü gönderdiğimiz labelların geri dönüşlerini bekleyeceğiz. Albümde 7 parça var, yaklaşık 45 dakikalık bir albüm. Kayıt sürecinde Ilgar Gökhan bizlere yardımcı oldu, prodüktörlüğümüzü yaptı demem daha doğru. Kendisi zaten Zifir grubunun bas gitaristi ve benim çok iyi olduğunu düşündüğüm bir müzik insanı. Davul kayıtlarımızı İstanbul MİAM’da, vokal kayıtlarını İstanbul Kara Sinek Ses Stüdyoları’nda yaptık. Orası Meriç’in yani Episode’un eski bas gitaristinin stüdyosu aynı zamanda. Gitar ve bas gitar kayıtlarını ise Eskişehir’de yaptık. İlk defa başını ve sonunu çok çok iyi tarttığımız bir süreç içerisinde, çok iyi bir fizibilite ile girdiğimiz albüm kaydı oldu. Detaylara odaklanarak ince eledik sık dokuduk ve şu ana kadar yaptığımız en iyi albüm oldu her aşamasıyla.
Son olarak şuna değinmek istiyorum, değişik bir soru olabilir. Bunu senin özelinde dolaylı olarak da gruba yansıman hakkında bir soru olarak düşünebilirsin. Çoğunluğun takip ettiği bir podcast/program yapıyorsunuz Kalt adında. Takip edenler bilecektir ki oradaki tavırlarınla esprili ve oldukça neşelisin. Black metal yapan bir toplulukla oradaki Ozan Akyol’un herhangi bir çatışması oluyor mu?
Ozan Akyol: Aslında Kalt bir podcast kanalından ziyade bir YouTube kanalı yaklaşık 8 yıldır. Açıkça söylemek gerekirse ben Kalt’ta ürettiğim mizahın aromasını Episode 13 ile yaptığım müzikten çok ayırmıyorum. Orada da sarkazmla harmanlanmış karanlık ve pesimist bir duruş söz konusu tıpkı ürettiğimiz ve istediğimiz müzikte olduğu gibi. Mizah temelinde agresyon ve protestoyu barındıran insani bir çıktı, dolayısıyla ben ürettiğim müzikten ve angaje olduğum tavırdan ayrı görmüyorum. Evet, orada insanlara daha mizahi dokunuşlar içindeyim ama dediğim gibi total duruş olarak çok da birbirinden farklı değil. Bir yandan da ben Kalt’ta da Episode’da da bir personayım. Hiçbir zaman evlerimizdeki halimiz gibi değiliz. Ortada bir performans var ve buna uygun bir hal içindeyim.
Kendisiyle olan muhabbetimiz bu şekilde sonlandı. Öncesinde ve sonrasında yaptığımız konuşmalarda da kendisinden güzel şeyler kaptığımı söyleyebilirim. Black metal yapmaya başladıkları zamanlardan ve Çağlan Tekil’den konuştuk bir süre. Her neyse, önemli bir şey daha; aşağıya grubun bandcamp, spotify ve soundcloud bağlantılarını bırakıyorum. Episode 13’ü oralardan güncel bir şekilde takip edebilirsiniz yakın zamanda. Sevgiler…