İnceleme: “Porcupine Tree – Fear of a Blank Planet”
1 Kasım 2024KALP ŞEKLİNDEKİ KUTU: Bir Death Metal Efsanesinin Korku Girdabı
6 Kasım 2024New Jersey çıkışlı deathcore sahnesinin sevilen ismi Fit For an Autopsy’nin yeni albümü The Nothing That Is ile birlikteyiz bugün. Grup üyelerinin Gojira’yı keşfettikten sonra çıkardığı dördüncü albümü olan bu albümün, beklentilerimin altında kaldığını söyleyerek açılışı yapayım. İlk albümlerinden bu yana tatlı tatlı kendini gösteren progresif şarkı yazımının dozajı, bu albümde o kadar çok kaçmış ki The Nothing That Is ile ilgili yapılabilecek en doğru tanım, deathcore dokunuşu olan karanlık bir progressive death albümü olur.
Son birkaç ayda The Great Collapse, Sea of Tragic Beast, ve Oh What the Future Holds albümlerine aşırı sarmış biri olarak bu durum beni rahatsız eden bir şey değil tabii. Deathcore’da progresif, BPM’i 260’a çekip atılan sweep picking’ler ve glitch blast beat’lerle müzik diyince akla gelen bütün değerlere saldırmak olduğu için (Infant Annihilator’e bayılırım bu arada) biraz soluklanıp riff yazımına kafa patlatılan şeyler dinlemek güzel. Ama içinde bulunduğu türe bu kadar sırtını dönmesi hoşuma gitmedi.
Albüm, “tutsağı oldum gözlerinin” tadındaki Hostage ile açılıyor. Albümle ilgili genel olarak negatif hissetmemin en büyük nedenlerinden biri de bu. Metalcore ile bir derdim yok ama FFAA dinlemek için açtığım bir albümde, 10-15 yıl önce dalga geçilen klasik “kız arkadaşı tarafından terk edildiği için hüzünlenip yazılan yalancı emo şarkı” nakaratına sahip bir şarkı insanı ister istemez düşürüyor.
Hostage ile ilgili insanların böyle düşüneceğini tahmin etmiş olacaklar ki albümün en sert iki şarkısı arka arkaya bizi karşılıyor; şöyle ferah bir nefes alıyoruz. Filler/“kanka 1-2 şarkı daha yazalım” ile “hass çok iyi” arası gidip gelen şarkılar var. Başka bir grubun sevdirmesi çok zor olacağı ama altından iyi kalktıkları Red Waves. Risk almaktan korkmayan, albüme ismini veren gayet iyi bir şarkımız var. Girişi bayağı bayağı Duman’ın Melankoli şarkısına benzeyen ama benim favorim olan Lurch de dikkat çekici. Yine 1-2 filler şarkı ve risk almanın tepesine çıkıp artık “bu ne olm ya” şeklinde ağızda kötü bir tat bırakan bir kapanış şarkısıyla albümü özetleyebilirim.
Kendimi tekrar etmemek için koca bir paragraf ekledim ama kendileri aynı çabayı göstermemiş. Bu yüzden bu albümü “Gojira – Magma (FFAA cover)” şeklinde de özetleyebiliriz. Bunun ne kadar iyi veya kötü bir durum olduğu size bağlı; ben -anlaması zor olmasa gerek- bir thrash metal fanıyım. 15 yıllık (off, yaşlı metalci laflarına başlamışım bile) obsesif bir dinleyici olarak sevdiği türdeki tüm grupları dinleme zorunluluğu hisseden bir adam olarak yüzlerce thrash grubu dinlemişimdir. Tüm thrash türündeki grupların toplasan %15’i orijinal müzik yapıyor. %75’i ise 1980’lerde çıkan grupların yaptıkları işin çakması. Bu durum beni rahatsız etmiyor çünkü thrash metal en sevdiğim tür. 2000’ler döneminde çıkan progresif groove/death akımı gruplarını, o dönemlerde yapılan müziği seviyorsanız sizi de rahatsız etmeyecektir.
FFAA’nın hakkını yememek adına belirtmek gerekirse, grup ilk albümden bu yana deathcore ile progresif öğeleri harmanlayan bir çizgideydi; hatta eski albümlerde bu albümde kendine yer bulabilecek tarzda şarkılar bile bulabilirsiniz. Yani bu durum, Job For a Cowboy’un yaptığı gibi “aha, burada ekmek var, progresife yönelelim” şeklinde değil. Ancak FFAA, daha fazla gruptan esinlense veya bu esinlenmeyi bize hissettirebilseydi, bu durum kulağa bu kadar batmazdı.
Bu Gojira (Gojira sayısı: 3) çakması olma durumu, artık bu albümde “eh be kardeşim” dedirtecek noktaya geldi; yoksa Sea of Tragic Beast’in giriş riffinden başlardık ağlamaya. Bir-iki eleştirimi okuyan çoğu kişi “Of gene full şikayet ediyor, bu adam hiçbir şeyi beğenmiyor,” demesin. Hiç mi beğenmedim albümü? Tam aksine gayet beğendim, sadece bu eleştiriler olmasa daha da iyi olabilirdi diye düşünüyorum.
İyi yanlarına gelecek olursak; arada deathcore olmayı hatırladığında kafamıza balyoz gibi inen breakdown’lar, “noluyo lan?” dedirten blastbeat’ler ve müzisyenlik konusunda giderek daha ustaca bir çizgide olması etkileyici. Riff yazımında daha önce duyulmamış şeyler olmayabilir ama aynı riff içinde hem karanlık, hem melodik, hem de teknik olmayı başarmak zor. Joe Bad vokal konusunda kendini aşmış; cleanleri de screamleri de çok temiz. Zaten iyi yaptığı C.J. McMahonvari brutalleri höeğh dedirterek daha da brutal yapması falan gereksiz yetenekli bu adam.
Şarkı sözleri ise karanlık ve distopik temalarda ilerliyor. Yüzünden gülüş eksik olmayan bu adamın böyle şeyler çıkarabiliyor olması şaşırtıcı. Albümün sound’u, Nuclear Blast’ın şu an neden en büyük metal plak şirketi olduğunun kanıtı niteliğinde: O kadar temiz gitar tonları var ki deathcore’da her şeyin blastbeatler altında çorbaya dönüşmemesini sağlamak takdire şayan bir iş; hele ki dijital prodüksiyon çağında yaşıyor olmamıza rağmen. Will Putney prodüktörlükte kendini aşmış.
Cidden yılın en iyi albümleri listelerine gireceğine emin olduğum harika bir albüm; ancak bir yıl sonra bahsettiğim nedenlerden dolayı kimsenin hatırlamayacağına eminim. Her albümün çığır açması gerekmiyor tabii, ama yapılan tür progresifse en azından orijinal bir iş duymayı beklerim—iki akor aşağıdan çalan bir tribute grubu değil.