
Röportaj: Mick Moss (ANTIMATTER)
15 Şubat 2025
En Çok Albümü Olan 10 Metal Grubu
22 Şubat 2025Bu yazımda bana göre İtalya’dan çıkmış en başarılı metal grubu olan, 1994 yılında Milano’da kurulan, gotik metalden alternatif metale uzanan ve kendine özgü tarzıyla dünya çapında geniş bir hayran kitlesine sahip olan Lacuna Coil’in, geçtiğimiz hafta 14 Şubat 2025’te Century Media Records aracılığıyla yayınlanan, onuncu stüdyo albümü “Sleepless Empire”ı inceleyeceğiz.

Lacuna Coil, genel olarak gotik metal olarak sınıflandırılsa da, müziklerinde alternatif metal, senfonik metal ve modern metal unsurlarını da barındırır. Özellikle 2002 çıkışlı Comalies albümü ile saf gotik metal köklerine sahiplerken, 2006’da çıkan Karmacode albümü ile daha modern ve alternatif metal etkili bir tarza yöneldiler. Zamanla daha agresif ve groove ağırlıklı bir sound benimseyerek metalcore ve djent gibi modern akımlardan da esinlendiler.
Kadın ve erkek vokallerin kontrastlı kullanımı konusunda son derece örnek bir grup diyebiliriz. Grubu öne çıkaran en büyük özellikleri arasında kesinlikle Cristina Scabbia’nın etkileyici vokali ve grup içinde vokal paylaşımı yapan Andrea Ferro’nun daha agresif tarzı bulunuyor.
Karanlık melodileri, modern metal unsurlarıyla harmanlayıp, her albümünde müzikal evrimini sürdürerek türünün en ikonik gruplarından biri olmayı başaran bu grubun, henüz dumanı üzerinde tüten albümlerini gelin birlikte inceleyelim.
Albümün açılışını “The Siege” ile yapıyoruz. Albüme daha güzel başlangıç yapılamazdı muhtemelen. Enerjisi yüksek güçlü bir şarkı. Cristina Scabbia ve Andrea Ferro’nun vokal uyumu, şarkının dinamik yapısını desteklerken, bir yandan da grubun olgunlaşmış sound’unu da deneyimliyoruz. Hiç şüphem yok ki canlı performansında seyirci ile birlikte daha da büyüyecek bir parça.
İkinci olarak albümden önce çıkan single’lardan birisi olan “Oxygen”e geçiyoruz. Scabbia şarkıyı, “Duygusal mücadelenin ve iç çatışmanın güçlü bir keşfi.” olarak açıkladı. Şarkı yoğun duygusal derinliği ve geniş kapsamlı enstrümantasyonu ile dikkat çekiyor. Cristina Scabbia’nın etkileyici vokalleri, şarkının atmosferini güçlendirirken, grup üyeleri epik bir müzikal düzenleme sunmakta.
“Scarecrow” ile hem geçmişe sadık kalıp hem de modern unsurları başarılı bir şekilde entegre edildiği bir parça dinliyoruz. Grubun önceki albümlerindeki enerjik ve tutkulu parçaların bir devamı olarak nitelendirebiliriz. Albümde öne çıkan bir parça olmayı kesinlikle başarıyor.
Bir diğer önceden yayınlanan single’lardan biri “Gravity”. Grup şarkı hakkında “Dengeyi korumak çok zor, umutsuz zamanlarda kaybolmuş hissediyoruz ve yardım istiyoruz. Zor zamanlarla nasıl başa çıkıyoruz? Bir el mi istiyoruz? Yoksa her şeyden izole olup kendi misantropik altın kafesimizde mi toplanıyoruz? Umarım ‘Gravity’ şarkısını bizler kadar seversiniz ve kalan zamanımızı nasıl daha akıllıca kullanacağımızı düşünmenizi sağlar.” açıklamasında bulunmuştu. Albümde doldurma şarkıya yer yok dercesine üzerine kata kata ilerliyoruz bu şarkıda da. Şarkı sizi albüm bitiminde duymaya devam edeceğiniz latince sözler ile gotik, karanlık bir atmosfere sokup aynı sözler ile de uğurluyor.
Albüm çıkmadan en son yayınlanan single “I Wish You Were Dead”. Şarkının sevgililer gününe denk gelen bir zamanda yayınlanmış olması tabii ki tesadüf değildi. Şarkının ağır temasını romantik bir gotik hikâyeye dönüştürmeyi başaran klibinden ayrı değerlendirmek olmaz. Klip Martina L McLean tarafından, Roma’nın kuzeyindeki küçük bir kasaba olan Capranica’daki bir kilisede çekilmiş. Klip baştan sona şahane bir koreografi sunuyor. Ses kapalı izleseniz bile şarkının ne anlatmak istediğini eksiksiz bir şekilde aktarmayı başarır. Şarkı için genel olarak toksik ilişkilerde yaşanan duygusal çalkantıları ve mücadeleleri ele aldığını söyleyebiliriz.
Yine albüm çıkmadan yayınlanmış single’lardan biri olan ve Lamb of God’tan, Randy Blythe’ın eşlik ettiği parça “Hosting the Shadow (feat. Randy Blythe)”. Lacuna Coil şarkı ve Randy ile iş birlikleri hakkında şu açıklamayı yaptı:
“‘Hosting The Shadow’, ışık ve karanlık arasında bir yolculuktur; burada sessizlik, gizli sırlarını açığa çıkarır. Karanlık anlar, gelişmek ve kendi gölgemizi kontrol etmeyi öğrenmek için bir fırsata dönüşebilir ki bu, galip gelmek için hayati öneme sahiptir. Randy Blythe bu şarkıda inanılmaz bir iş çıkardı; onun sesine ve şeytani kahkahasına bayılıyoruz! Ona olan hayranlığımız sonsuz ve bu şarkıda konuk olarak yer alması, gerçek anlamda bir hayalin gerçekleşmesi demek. Dünya çapında sahneleri sallayan ve aynı zamanda büyük saygı duyduğumuz bir dostla çalışmak, bundan daha iyi olamazdı. ‘Hosting The Shadow’u birlikte canlı çalacağımız günü sabırsızlıkla bekliyoruz!”
Randy ise buna karşılık olarak şunları söyledi:
“Lacuna Coil, onlarla bir şarkıda söylememi istediğinde inanılmaz heyecanlandım. Sadece müziklerinin büyük bir hayranı değilim, aynı zamanda onlar gerçekten güzel ruhlara sahip insanlar ve 20 yıldır ailem gibi oldular. Dünyanın dört bir yanında birlikte sahne aldık ve her zaman sahneye çıkıp onlarla şarkı söylemek istemişimdir. Bunun ‘Hosting The Shadow’ ile gerçeğe dönüşeceği anı sabırsızlıkla bekliyorum!”
Sizde de aynı şey oluyor mu bilmiyorum ama ben şarkıya eşlik eden bu tarz isimler görünce şarkıyı daha dinlemeden yüksek bir yerlere koymuş oluyorum. Genelde de böyle olunca, şarkıyı dinledikten sonra beklentim karşılanmamış oluyor. Randy’nin katkısıyla şarkının ekstra bir ağırlık kazandığını söyleyebilirim. Şarkı genel olarak iyi ancak ismi gördüğümdeki beklentimi karşıladığını söyleyemem.
Albümün yedinci şarkısı “In Nomine Patris”. Hristiyanların besmelesi sayılabilecek “Baba, oğul, kutsal ruh adına” söylemini sıkça duymuşsunuzdur. Bunun latincesi “in nomine patris et filii et spiritus sancti” şeklindedir. Şarkıya adını veren kısmı ise “Baba adına” anlamını taşımakta. Şarkı, derin ve karanlık temalarıyla dikkat çekiyor. Lirikal olarak, içsel mücadeleler, umutsuzluk ve kurtuluş arayışını işliyor. Şarkıda kullanılan “In Nomine Patris” ifadesi bir tür içsel çağrı veya teslimiyet anlamı taşımakta. Amin diyerek bir sonraki şarkıya geçiyorum.
Ve albüme de ismini veren şarkı “Sleepless Empire”. Grup şarkıyı ve albümü şu şekilde açıklıyor:
“Biz, analog dünyayı hatırlayan ama dijital dünyada yaşayan benzersiz bir jenerasyondan geliyoruz; her iki dünyayı da deneyimleyen ilk jenerasyonuz, bu yüzden toplumumuzdaki değişime tanıklık ettik ve bu ‘Sleepless Empire’.”
Şarkı grubun karanlık ve sinematik atmosferini yansıtmayı çok iyi başarıyor. Özellikle şarkının dijital çağın getirdiği yalnızlık ve insan ilişkilerindeki kopuk temalarını işlerken, grubun imza niteliğindeki gotik metal tarzını korumayı sürdürüyor.
Dokuzuncu şarkı “Sleep Paralysis”. “Delirium” ve “Black Anima” albümlerinin enerjisini yansıtan güçlü bir parça olmuş. Cristina Scabbia’nın melek gibi temiz vokalleri ile Andrea Ferro’nun sert vokallerinin mükemmel uyumu bu şarkıda da peşimizi bırakmıyor.
Albümün bir diğer düet şarkısı “In The Mean Time (feat. Ash Costello)”. Ash’i “New Years Day” grubundan tanıyoruz. Açıkçası pek fazla New Years Day dinleyen birisi değilim. Bu yüzden Ash’in neler yaptığını, yapabildiğini çok bilmiyorum. Ama emin olduğum bir şey varsa, bu şarkıda olmasaydı eğer, şarkı yine aynı olurdu. Tabii klibi izleyen New Years Day hayranlarının Ash’i televizyonun içinden şarkı söylerken görmek eminim hoşlarına gitmiştir. Ben de New Years Day’e bu albümden sonra daha fazla vakit ayıracağım. Şarkı yine önceden yayınlanan single’lar arasında. Ash ile birlikte turneye çıkıp bu şarkıyı sahnede seslendirmişler. Sahnede başka bir gruptan birinin konuk olarak gelip şarkıya eşlik ettiğini görmenin zevki (özellikle bir de diğer grubun da hayranıysanız) doruklara çıkartan bir şey olduğunu itiraf etmeliyim. Benim her zaman hoşuma gitmiştir. Sırf bunun için yaptıklarını düşünmekteyim. Yine de unutmadan bu şarkıda aslan payını Andrea’ya vermek istiyorum. Bence şarkının vurgusu onun bölümlerinde saklı.
Albümün son şarkısı ve ilk yayınlanan single’ı (Never Dawn). Açık arayla albümdeki en favori şarkım. Mutlak bir gotik metal güzelliği. Tüyler ürpertici melodiler, güçlü gitar riffleri, başından Scabbia’nın “Run” demesiyle müthiş gaz bir şekilde başlaması, güçlü bir nakarat… Her şey çok olması gerektiği gibi hissettiriyor. Never Dawn, masa oyunu yayıncısı CMON’un “Zombicide: White Death” adlı Kickstarter projesiyle iş birliği kapsamında oluşturulmuş. Scabbia şarkı hakkında şunlar söylemiş:
“İlk olarak enstrümantal versiyonu ‘Zombicide: White Death’ oyununun fragmanında sunulan ve ardından Los Angeles’taki son kapalı gişe konserimizde canlı olarak çalınan ‘Never Dawn’ şarkısının tam versiyonunu nihayet sizlerle paylaşmaktan inanılmaz heyecan duyuyoruz! Bu şarkı, grotesk ve donmuş topraklarda geçen zorlu bir hayatta kalma yolculuğunu anlatıyor; burada içsel güç en önemli silah. Kalbinizdeki ateşi yakın ve keyifle dinleyin!”
Tabii ilk çıkan single olmasından dolayı bu açıklamanın üzerinden epey bir zaman geçti. Ama şarkı hala ilk çıktığı tazeliğini koruyor. Albüm çıkana kadar çok kez dinledim. Farkettim ki hala sıkılmamışım ve albümdeki en favori şarkım.
11 şarkı, 46 dakika 52 saniyelik bir albümü geride bırakırken, Lacuna Coil’in müzikal evrimini ve modern metal sahnesindeki yerini sağlamlaştıran bir eser daha bıraktıklarını söylemek gerekir. Albümün tek bir yerinde dahi sıkılmadım. Şarkılar da özenle sıralanmış olmalı ki hangi ara bittiğini bile anlamadım.
Albümün prodüksiyonunu basçı ve birincil söz yazarı Marco Coti Zelati üstlenmiş. İtalya’nın Lombardiya, Como kentindeki SPVN Stüdyoları’nda kaydetmişler.
Bu bilgileri de verdikten sonra yavaştan yazımı sonlandırıyorum. Bu albümü kimi sayfalarda Lacuna Coil’in geri dönüş albümü olarak tanıttıklarını okudum. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum ancak sound olarak bu albüm ileriye doğru atılan en büyük adım. Kendilerini bu yöne itmeye devam etmelerini umuyorum.
Bu sene bu muazzam grubu ülkemizde dinleyebilecek olmanın heyecanı da apayrı. 21 Eylül tarihinde BOSPHORUS METAL organizasyonu ile Maximum Uniq Açıkhava sahnesinde olacaklar. Ben de o etkinlikte yerimi alıp ilk kez Lacuna Coil’i canlı dinleyeceğim için sabırsızlanıyorum. Konserde görüşürüz.