Röportaj: Jon Vogiatzis (NEED)
17 Mart 2021İnceleme: “Sweven – The Eternal Resonance”
26 Mart 2021İsveçli grup Lake of Tears, şubat ayında “Ominous” albümünü piyasaya sürdü. Türkiye’de özellikle “To Blossom Blue” parçası ile bilinen grup, gotik/doom metal türünün sevilen örneklerinden biri. Yani bilmiyorum hala grup mu demek gerekiyor, canı sıkıldıkça dağılıp tekrar bir araya gelen bir yapısı var malum. Bu zamana kadar grubun gitar-vokalinde olan Daniel Brennare, bu kez sözlerden besteye kadar her şeyi üstlenerek 9. stüdyo albümünü bizlere sunuyor. Kayıt aşamasında ise (bas gitar, davul, mix/master) birkaç arkadaşından yardım almış.
Albümün temasının yalnızlık ve depresyon üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Bunun da dayandığı bir hikaye var. Daniel, 12-13 sene önce koyulan lösemi teşhisi ile hastanelerde uzun vakitler geçirmek zorunda kalmış. Yaşadığı durumun mental açıdan çok yıkıcı olduğunu da tahmin etmek zor değil. Bu albüm, Daniel’in o dönemde yaşadığı zorlukların bir dışavurumu aslında.
Müzikal anlamda “Ominous”, bu zamana kadar dinlediğimiz Lake of Tears albümlerinden biraz daha farklı. İlk şarkıdan itibaren çok fazla elektronik öge duyuluyor. Albüm, beklenilen melankoli ve gotik havadan kopmamış olsa da, önceki yapımlara kıyasla daha psikedelik ve post-punk bir havaya sahip. Bunun dışında, birkaç şarkı dışında Lake of Tears vokalini pek beğendiğimi söyleyemem. Bu albümde de sanki müzik bir yerde, vokal başka yerde gibi. Enstrümantal açıdan tatmin edici olsa da vokal beni düşürdü maalesef.
5573 to station, there is nothing in here. Albüm post-punk etkisini çok fazla gösteren bir şarkı olan “At the Destination” ile başlıyor. Bu şarkının havasını gerçekten sevdim. İkinci yarıda giren keman, gidişatı çok değiştirmiş. Vokalde de o bahsettiğim rahatsız ediciliği duymadığım için benden artı puan aldı. Ayrıca şarkının geneline hakim olan 5573 sayısı hakkında da bir bilgi vermek istiyorum. 5573 sayısı, hastanede geçen zaman diliminde Daniel’in hasta bilekliğinde yazan sayı. Şarkı sözlerinde de, kimseye ulaşamadığını ve cevap alamadığını görüyoruz. Bunlar Daniel’in hastanede hissettiği çaresizliğin ve yalnızlığın bir metaforu belki de (edebiyat dersinden yeni çıktım da kusuruma bakmayın).
Sıradaki şarkı olan “In Wait and in Worries” gerçekten de hüzünlü olmuş. Hatta bu şarkıyı risksiz ve karanlık olarak değerlendirebilirim. Son kısmında olmasa da ilk yarısında çokça Jake Smith (The White Buffalo) dinliyormuş gibi hissettim. Çok benzemiş vokalleri bu şarkıda. Geceleri üzülmek için hazırladığınız playlistleriniz varsa bunu ekleyebilirsiniz.
“Lost in a Moment” vokalini sevmediğim ama enstrümantal açıdan çok sevdiğim şarkılardan biri oldu. Özellikle şarkının girişini ve aralardaki agresif atmosferini çok beğendim. Epik bir başlangıç yapıldığında, sonrasında iyi bir şey geleceğine olan inancım daha da artıyor sanırım. İlgi çekici olan bir diğer şey ise, bu şarkıda meşhur David Bowie parçası olan Space Oddity’e de bir gönderme var. “now put your helmet on, the countdown has begun. 8,7,6,5…”
“Ominous One” ve “Ominous Too” ile devam ediyoruz. Öncelikle belirtmeliyim ki “two”- “too” ayrıntısı çok hoşuma gitti. “Ominous One” kısa bir geçiş şarkısı gibi, albümü biraz hızlandırıp ardından sonraki parta bağlıyor. İkinci Ominous’taki yaylı kullanımını sevdim, hatta daha da yoğun kullanılabilirdi. Ayrıca, şarkının ortalarında duyulan back vokal de hoş bir hava katmış. Yani muazzam bir şarkı olmasa da insanı bi dinlendiriyor hakikaten.
Daniel Bey’in de şarkısında dediği gibi ‘the end is coming’. Yavaş yavaş son şarkılara geliyoruz. “One Without Dreams” yine vokal açısından tatmin edici olmayan bir şarkı oldu benim için. Hatta bu şarkıda üzerinde durulabilecek pek bir şey bulamadım. Geçiyorum.
Enstrümantal bir parça olan “The End of the World” gaza getirici davul vuruşları ile ilgimi çekti. “Lost in a Moment” parçasında da bu özelliği beğenmiştim. Biraz elektronik, biraz keman, biraz davul derken hoş bir şey çıkmış ortaya. Bir de sonlara doğru yükselen keman bana Lux Aeterna’yı hatırlattı. İçim ürperdi biraz bu sebepten.
Sırada favorim olan “Cosmic Sailor” var. Nihayet vokal performansıyla da, kompozisyonlarıyla da beni üzmeyen bu parçada 70’ler progresif rock tadı var yoğun biçimde. Ayrıca, Daniel’in spiritüel yönünden gelen bir 7 dakika bu. Kozmik enerjiye inandığını belirtmesinin yanında, hem yaşının ilerlemesinden hem de yaşadığı hastalıktan dolayı algılarının biraz daha açıldığını söylüyor Daniel. Bu parçada da bunu konu edinmiş.
Albümün bonusu ve kapanışı olan “In Gloom” ise folk etkileşimi yüksek olan akustik bir parça. Yaylıların hakim olduğu kısımlarda melankoliyi hissedebiliyor olsak da, albümün genelinden bağımsız bir parça olduğunu söyleyebilirim. Belki de bu yüzden bonustur.
Genel itibariyle başucu albümü niteliğinde bir yapıt değil benim için. Ama Daniel’in bu albümü tek başına sırtladığını düşündüğümde tebrik edesim geliyor. Çünkü grubun eski albümlerinin birçoğuna göre, “Ominous” albümünün daha kaliteli olduğu inkar edilemez bir gerçek. Özellikle de uzun zamandır Lake of Tears dinleyicisi olan insanların bu albüm hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum açıkçası. Şu ana kadar albümden hiçbir şarkıyı dinlemediyseniz, Cosmic Sailor ya da Lost in a Moment’ı deneyebilirsiniz.
Asuna Pehlivan