İnceleme: “Esthesis – Watching Worlds Collide”
4 Nisan 2023İnceleme: “Kurtadamlar – CCEP”
18 Haziran 202311. stüdyo albümü oldu “72 Seasons” ile birlikte Metallica’ya ait. Günlerdir, aylardır, bu albüm henüz çıkmadan önce bile binlerce tartışmaya girdim. Metallica sevicisi olduğumdan dolayı çoğunda abileri yedirmemeye çalıştım. Eleştirileri haklı bulsam da savundukça savundum. Bu sefer hiçbir şey diyemeyecek duruma geldim. Bugün bir müzik grubu olmasının yanında şirketleşen Metallica’nın “seri üretim” ürünü olan yeni albümünü sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Her zamanki gibi keyifli okumalar diliyorum.
İlk olarak bahsetmek istediğim şey şu; ben bu yazıyı bugün yani 14 Nisan gününde yazıyorum ve dün “Global Premiere” adı altında sinemada genel dinleyiciden bir gün önce dinleme fırsatım oldu giden birçok insan gibi. Buna dair söylemek istediğim birtakım şeyler var parçalara geçmeden evvel. Genel olarak “dinleme partisi”vari fikirleri her zaman beğenmişimdir. Grubun her şarkıdan önce şarkıya dair fikirlerini ve kısa da olsa yapım süreçlerini anlatması gayet güzel olmuş. Her ne kadar bahsettikleri “bizde şunu çağrıştırdı, şöyle hissettik” tarzındaki düşüncelerine çok katılmasam da. Bir yerde Motörhead benzetmesi yaptılar “Lux Aeterna” için ki bu düşünceye de epey uyum sağladım diyebilirim. “72 Seasons”, “If Darkness Had A Son”, “Screaming Suicide” ve bunlara ek olarak birkaç tane daha parçayı klipleri ile birlikte bizlere dinlettiler hepsini saymayacağım ama geri kalan parçalara öyle görseller eklenmiş ki tarif edemiyorum. “Berbat” diyebilirim sadece. Aşağı yukarı 2 saate dayanan bir gösterimdi bunun 20-25 dakikasında perdeye bakamadım. Bakın arkadaşlar bunu sanattan anlamayan, “ya abi o görsellerde duygu var” gibi laflardan uzak biri olarak söylemiyorum. Onları da biri düzenlemiş, yönetmiş. Ne düşünüldü de böyle media player kanvasları gibi şeylerle uğraşıldı bilmiyorum ama keşke bunların yerine kupkuru, hareketsiz albüm kapağına baksaydık şarkıları dinlerken.
Neyse ne asıl mesele yukarıdaki bahsettiğim şeylerden ziyade müzik tabii ki.
Tracklist yazıp da sıra sıra bahsetmek istemiyorum yine. Kendi plak şirketleri “BLACKENED RECORDINGS” tarafından çıktı albüm. Bir önceki yine görece başarısız “Hardwired… To Self-Destruct”ta olduğu gibi, her canı sıkıldığında Metallica’yı stüdyoya sokan Greg Fidelman prodüksyon ve mikste ekiple birlikte yer almış. Grupları her zaman ayrı albümlerden farklı parçalar olarak dinlemektense albüm albüm dinleyerek ilerlemeyi sevdim bu sebepten dolayı bir konsepte bağlı kalarak bir şeyler ortaya koyan işler her zaman ilgimi çekti. Bunda da başı çeken gruplardan biri de Iron Maiden oldu benim hayatımda. Metallica da bu albümde bir konsept üzerinde durmuş buna gayet de tamam olduğumu, hoşuma gittiğini açıkça söylüyorum.
Tek bir riff üretilmiş, o da sanki türetile türetile albüm tamamlanmış gibi hissediyorum bu satırları yazarkenki bir tur daha dinleme esnasında. Klasikleşmiş, beklentimi asla yüksek tutmadığım gitar sololarına da asla şaşırmadım. Ek olarak diğer albümlere oranla biraz daha fazla parça ortası sololara maruz kaldığımızı farkettim, yanılıyor olabilirim ama bundan da rahatsız olmadım. Bakın kötü demiyorum, sıradanlıktan asla uzak olmayan bir şeyden bahsediyorum sadece. 4 parça yayınlandığında sadece “If Darkness Had A Son” riff açısından beni yakalamayı başarmıştı. Tüm albümü dinlediğimde ise buna “You Must Burn!”ü dahil ettim kendimce.
Ve bakın ne farkettim biliyor musunuz? Şaşırmayacağınıza adım gibi emin olduğum bir şeyi. Anahtar dahi oynatılmamış gibi hissettiren bir trampet tonu ve buna ek olarak albüm
boyunca “tıs-tıs-tıs”lara boğulduğum beni inanılmaz derecede yoran açık hi-hat’i dövme çılgınlığı. Lars Ulrich hakkında konuşulanların tamamı kadar ben de arkadaş ortamımda, sevip saydığım abilerimle fazlasıyla konuştum. Daha fazla yorum yapmayacağım ama güzel geçen çalımlar ve trafikler yok diyemem. Bunu zorluk kolaylık olarak aktarmak istemiyorum siz de öyle anlamayın rica edeceğim. Diğer enstrümanlar ile birlikte olan uyumdan bahsediyorum. “Sleepwalk My Life Away” de kesinlikle onlardan biri bana göre.
Dinleyenleriniz varsa, katılırsınız ya da abi bırak ya diyebilirsiniz, düz ayak groovy bir intro var. Dinlerken keyif aldım.
Hee bu arada abi adamların bas gitar çalan bir üyesi varmış senelerce bizden sakladıkları. Benim açımdan “…And Justice For All” ve “Black”ten sonra tabii ki diğer albümlerde de olmadığını söyleyemem fakat “Load” ve “Reload” albümlerinde beni etkileyen bir bas trafiği oluşmuştu, bu albümde de böyle hissettim. Bu bir kıyaslama değildir, aman ha kimsenin duyguları incinmesin. Ama yarın öbür gün bilmem kaçıncı kez bu albümü açıp dinleyecek olursam da tek sebebi sanırım albümdeki bas gitar mevzusu olacaktır.
Bahsetmediğim şarkılar var bunlardan bir tanesi de “Inamorata”. Albümde en beğendiğim, üf be demeye en çok yaklaştığım tek şarkı ve albümünde son şarkısı. 11 dakikalık uzun bir parça ve açık hi-hat sektirmeye değinmeyeceksem, tek dakikasında bile sıkılmadığım bir parça. İki tane gitarın olduğunu bana hatırlatan bu şarkının, diğerlerine oranla daha dalgalı olduğunu, kulağımda da daha güzel tınladığını hissettim Her şarkıdan tek tek bahsetmek istemiyorum, yani bahsetmediklerimden. Beğenerek dinleyenlerinin olacağı gibi “Shadows Follow”, Crown Of Barbed Wine”, “Chasing Light” ve “Too Far Gone?” sözünü etmek istemediğim diğer parçalar. Bu tekrar ve içinde kaybolmuşluk da beni yeterince yordu sebep tam olarak bu.
Özetleyeyim her şeyi. Bakın arkadaşlar her sene sonunda “bu yıl bu albümleri dinledim”, “bunları sevdim” başlıkları altında ben de sizler gibi puanlama olmadan bir liste yapıyorum. “72 Seasons”ı elbette dinleyeceğim sağda solda, evde barda. Belki o listeye bile ekleriz senenin gidişatına göre. Sevenler olacaktır, okuyup bana katılmayacak belki kızıp ne anlatmış bu diye gülecekleriniz de. Ben fikirlerimi yazdım ve sevdiğim Metallica’nın bir kez daha beni kendi nezdimde çok büyük bir beklentim olmamasına rağmen üzdüğünü ve bana ne gerek var dedirttiğini dile getirmeye çalıştım. Fabrikasyon bir albüm dinlemişim gibi hissettim. Bunların denizdeki bir damla su tanesi olduğunu biliyorum. Tekrar keyifli okumalar ve keyifli dinlemeler.
Osman Can Tolacıoğlu