
Konser İncelemesi: Gutalax (7,8 Şubat 2025, Dorock HMC)
14 Şubat 2025
İnceleme: “Lacuna Coil – Sleepless Empire”
20 Şubat 2025Antimatter, karanlık melodileri ve derinlikli sözleriyle yıllardır ruhlarımızı titreten bir grup. Kendi adıma, Mick Moss’un müziği hayatımın bir döneminde gerçekten derinden dokundu ve bu yüzden onunla muhabbette olmak benim için ayrıca anlamlıydı.
Biz de Surge Türkiye olarak, Mick Moss ile samimi ve içten bir sohbet gerçekleştirdik. Onunla müziğin dönüştürücü gücünü, yıllar içindeki değişimini, rüyaların ve sezgilerin şarkılarına nasıl sızdığını konuştuk. Ayrıca Parallel Matter albümünden, gelecekteki projelerinden ve Türkiye’deki dinleyicileriyle kurduğu bağdan bahsettik. Diğer röportajlarımıza göz atmak için tıklayın.
Ve en önemlisi, Antimatter çok yakında 2 şehirde Türkiye’de!
📍 26 Şubat – İstanbul
📍 27 Şubat – Ankara
Merhaba Mick! Antimatter ismi bilimsel bir terimden geliyor ama bunun arkasında daha derin bir anlam olduğunu tahmin ediyorum. Bu ismi seçerken sizin için felsefi ya da sembolik bir hikâye var mıydı?
Mick Moss: Antimatter ismi, projenin hâlâ bir ikili olduğu 25 yıl önce ortaya çıktı. Eski ortağım Duncan ile bir öğleden sonra, gerçekten çok kısa süren bir toplantı yaptık ve hangi ismi kullanacağımızı konuştuk. Onun önerisi Antimatter, benimki ise Absolution (Muse’un aynı isimli albümünden birkaç yıl önce). Sonunda ikimiz de Antimatter’da karar kıldık, ama açıkçası ikisine de tamamen ikna olmuş değildim. Yine de uzun vadede, projeye yaptığımız müziklerin hangi ismi seçersek seçelim ona anlam ve değer katacağını biliyordum. Benim için Antimatter ismi, ölüm ve boşluk gibi kavramları çağrıştırıyordu—90’ların ortalarından sonlarına doğru beni oldukça karanlık düşüncelere sürükleyen şeylerdi bunlar. Sonunda her şey anlam kazandı.
Son zamanlarda seni en çok neyin beslediğini merak ediyorum; kişisel deneyimler, kitaplar ya da hayattaki küçük anlar?
Mick Moss: Bir süredir yeni bir şey yazmadım çünkü son Antimatter albümü Parallel Matter tam bir yıldır bütün odağımı aldı. Devasa bir projeydi çünkü iki ayrı albümden oluşan üç disklik bir çalışmaydı. Üçüncü disk olan Mick Moss – Prototapes: The Home Recordings 1995-99, benim solo projemin 4 kanallı kayıtlarını içeriyor; bu proje sonrasında Antimatter’ın yarısını oluşturacak şekilde evrildi.
Ama şimdi yeni bir projeye başlıyorum: The End of Empathy. Beni tekrar bestecilik moduna sokacak bir fırsat. Melodik, gotik, metal, doom gibi unsurları barındıran bir şey olacak. Oldukça heyecanlıyım. Ayrıca Sleeping Pulse’un ikinci albümü Dreams & Limitations bu yıl çıkıyor. Bu albüm, hepimizin karşılaştığı umutlar ve duvarlar üzerine kurulu bir konsept albüm.
Genel olarak çok meşgulüm ve bunun için minnettarım. Başka türlüsünü hayal bile edemem. Sözlerimi yazarken çevremde olup biten şeylerden, beni rahatsız eden meselelerden ilham alıyorum.
Antimatter ile bu yolculukta 20 yılı geride bıraktın. Harika bir şey! Bunca yıl içinde değişmeyen tek şey ne oldu?
Mick Moss: Aslında 25 yıl oldu. 😊 Ve bu süreçte hiç değişmeyen tek şey, müziğe olan takıntım. Kendimi bildim bileli böyleydi. Küçükken sürekli müzik aletlerine dokunmak isterdim, elimden geldiğince çok müzik dinlerdim, insanların evlerinden eski plaklar çekip çıkarır, radyodan kasetler kaydederdim. Şimdi ise kendi plaklarla dolu bir odam var ve müzik dinlemeye devam ediyorum; ya plak çalıyorum ya da bir şeyler stream ediyorum. Hiçbir şey değişmedi. Neredeyse 50 yaşındayım ve bu ömür boyu süren takıntım muhtemelen ölünceye kadar benimle olacak.
Müzik yapmak yıllar içinde seni bir insan olarak değiştirdi mi? Eğer öyleyse, nasıl?
Mick Moss: Muhtemelen yazdığım şarkı sözleri sayesinde içimdeki bazı meseleleri ele almamı sağladı. Yıllar boyunca hayal kırıklıklarım için bir çıkış noktası oldu. Olmasaydı, olaylarla nasıl başa çıkardım bilmiyorum. İnsanların davranışları gerçekten insanı mahvedebilir, bir de kendi ölümlülüğün ve sevdiklerinin ölümüyle yüzleşmek var. Hayat bazen oldukça acımasız olabiliyor.
Rüyalar, sezgiler ya da bilinçaltı düşünceler müziğine nasıl sızıyor? Hiç uyanıp “işte bu, tam bir şarkı!” dediğin oldu mu?
Mick Moss: Birkaç kez rüyamda şarkılar gördüm ama içlerinden yalnızca birini gerçek hayata taşıyabildim: The Judas Table albümündeki “Killer“. Diğerleri uyanınca hemen yok olup gitti. Ama bir şekilde Killer aklımda kaldı. Hemen banyoya koştum, telefonumu açtım, akustik gitarımı aldım ve kaydettim, yok olmadan önce yakaladım. Şarkının büyük bir kısmı ve sözlerin önemli bölümü zaten oradaydı. Beynin böyle bir şey yapabilmesi gerçekten büyüleyici.
Yaratıcılığını kaybettiğin zamanlar oluyor mu? Ve olduğunda, bunu aşmak için ne yapıyorsun?
Mick Moss: Eskiden böyle anlarda duvarı kırmaya çalışıyordum, büyük bir hataymış. Şimdi böyle bir blokaj yaşadığımda, bunun sebebinin çok uzun ve yoğun çalışmak olduğunu biliyorum. Kelimenin tam anlamıyla tükenmiş oluyorum. O yüzden tek yapılacak şey bırakmak. Zorlarsan hiçbir şey çıkmaz. Müzik sana kendiliğinden geri gelene kadar uzaklaşırsın. Zaten OKB gibi bir yapım var, çalışmaya mecbur hissediyorum. Antimatter, Sleeping Pulse ve The End of Empathy derken her zaman yapacak milyon tane iş var. Birinde takılırsam, diğerine geçiyorum.
Müziğinde melankoli çok güçlü bir unsur ve insanlarla derinden bağ kuruyor. Sence bazı kültürler ya da ülkeler melankoliyi diğerlerinden daha çok benimseme eğiliminde mi?
Mick Moss: Buna tam olarak emin değilim, çünkü müziğimi hangi kültürlerin ne kadar özümsediğini doğrudan bilemem. Ama elimdeki istatistiklere göre, Türkiye müziğimin en çok dinlendiği ülke ve “Fighting For A Lost Cause” burada en popüler şarkım.
Son projen Parallel Matter, geçmişe dair etkileyici bir yolculuk gibi hissettiriyor. O zamanki Mick Moss ile bugünkü seni kıyasladığında neler hissediyorsun?
Mick Moss: Bu albüm, farklı zamanlardan Mick Moss’ların bir araya gelmesi gibi oldu. En eski kayıt 2001’den (Carve It In) ve en yenisi 2024’te kaydedilen Angelic. Üçüncü disk ise 90’ların sonlarından demo kayıtlarımı içeriyor, yani neredeyse 30 yıllık bir zaman dilimini kapsıyor.
Sanırım en eski hâlim, 1995’te Blackout parçasını kaydeden genç Mick Moss. O zamanlar fiziksel ve duygusal olarak istismara uğramıştım, sonra eski partnerim beni terk edip kızımızı alıp götürdü. O dönem tam bir enkazdım. Bugünden geriye baktığımda o Mick Moss’a karşı sadece derin bir üzüntü duyuyorum. Ama en azından hayatta kaldı, bu bile bir şey.
Gelecekte birlikte çalışmayı hayal ettiğin müzisyenler var mı? Ya da keşfetmek istediğin sürpriz bir tür veya tarz?
Mick Moss: Hiçbir zaman günümüz müzisyenleriyle iş birliği yapmayı hayal etmedim, ama büyürken dinlediğim insanlarla bir şeyler yapma isteğim hep vardı. Tabii ki bu çok da olası bir şey değil.
Parallel Matter albümünde Melanie Safka’nın Leftover Wine adlı parçası var. 2008’de sadece akustik gitarla canlı çaldığım bir kayıt. Bunu stüdyoda tekrar kaydedip ona bir şekilde ulaşıp birkaç satır söylemesini istemek hep aklımdaydı. Ama maalesef geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti… Bu da demek oluyor ki, o kapı sonsuza dek kapandı. Üstelik ortak bir arkadaşımız olduğu ortaya çıktı, yani belki de mümkün olabilirdi.
Bunun dışında, aldığım ilk plak, Ultravox’un The Collection albümüydü. Eğer Midge Ure ile herhangi bir şekilde iş birliği yapma şansım olsaydı, sanırım ölmeden önce her şeyi tamamlamış gibi hissederdim.
Farklı kültürel unsurları müziğine dahil etmeye nasıl bakıyorsun? Mesela, Türk müziğinde saz ve ney gibi inanılmaz güzel enstrümanlar var. Bunları Antimatter’ın sound’una nasıl oturtabileceğini hayal edebiliyor musun?
Mick Moss: Böyle şeylere bayılıyorum. Eskiden sıkça dinlediğim albümlerden biri Peter Gabriel’in Passion albümüydü, doğu enstrümanları ve etnik dokularla doluydu (hatta içinde kesinlikle bir ney var). Birkaç yıl sonra Gladiator filminin soundtrack’i de beni gerçekten çok etkiledi.
Hatta, The Beautified Project (konuk sanatçı olarak yer aldığım Broken Smile parçası Ermenistan’da 1 numaraya yükselmişti) grubundan Andre’ye, bir Erivan ziyaretimde benim için bir kamança sanatçısı ayarlayıp ayarlayamayacağını sordum. Ve böylece kamança enstrümanı Existential parçasında ve aynı albümdeki birkaç şarkıda yer aldı.
Yani, doğu müziği Antimatter’ın sound’una gerçekten çok iyi uyuyor.
Türk mutfağıyla aran nasıl? Denedin mi, denemediysen bunu değiştirmek zorundayız!
Mick Moss: Ah, 2020’de Türkiye’ye son gelişimizde (tam Covid patlamadan önce) Türk restoranlarını özellikle gece geç saatlerde bayılarak keşfediyorduk. Oraya geldiğimde yine güzel birkaç tabak gömmeyi dört gözle bekliyorum. 😊
Peki Türk hayranlarından hiç unutulmaz mesajlar aldın mı?
Mick Moss: Harika geri dönüşler alıyorum ama kim hangi ülkeden yazıyor, hiç dikkat etmiyorum. Çoğu insan bana teşekkür ediyor; müzik ve terapi için. Yıllar boyunca çok özel mesajlar aldım ve hepsi benim için çok kıymetli.
Son olarak, bir sır ver bana!
Mick Moss: Teşekkürler Asuna! İşte bir sır: Albümlerim çıktıktan sonra onları neredeyse hiç dinlemem.
1 Comment
[…] ismini Mick Moss Surge Türkiye için verdiği röportajda şöyle […]